Çocukluktan beridir nedeni bilinmez bir önyargı ile yemediğimiz
bir yemek vardır elbet çoğumuzun; tatmamışızdır halbuki, ya kokusu ya da dış görünüşü
imkansız kılmıştır tadını, ama önyargılar kırılmak içindir ve kırılır bir gün. Salondaki birçok insanın da aslında neyin normal neyin
anormal olduğunun farkına varması yolunda zihinlerde devrime yol açacak, önyargı duvarlarını kıracak bir
filmdi Abdellatif Kechiche’in “La Vie d’Adele”i, “Mavi En Sıcak Renktir”i “Blue Is the Warmest Color”ı yada siz nasıl demek isterseniz…
Bu kısımda birkaç noktaya kısaca değinip, bunları genişletme düşüncesi içerisinde olacağım yazı boyunca; İlk olarak filmin (görece) uzun olması, karakter ile
bütünleşip onu yaşayabilmek adına önemli bir noktaydı. Adele’in peşini
bırakmayan göz ise, karaktere o kadar ustalıkla yanaşıyordu ki, bir genç kızın
yaşayabileceği en basit ve erdemli duygulara yakından tanıklık ediyorduk,
kişilik çatışmaları ve varolma çabası ile birlikte. Şu da üzerinde konuşulmaya değer bir nokta ki; filmde de görüldüğü üzere, kendimizi gerçekleştirme çabası içindeyiz hep insan olarak; sevdiğimiz işi yapıyor, istediğimiz kitabı da okuyor olsak, hep bir kaçış peşindeyiz, zihnimizi engelleyen sınırlardan… ve her varolma çabası, toplum ne der sorusuyla engelliyor tekrar kendisini. Özgürleşemiyor insan bir şekilde, böyle yazdıysam ben bu yazıyı; böyle güzel olduğunu hissettiğim, böyle düşündüğüm ve sizlere böyle aktarmak istediğim için bu şekilde yazmışımdır. Bu yazıyı bu bloga yazabilmek özgürlük denememdir benim. Bu yazının sizde bırakacağı etki/düşüne sevk ise benim özgürlüğümdür… Filmde Adele’in günlüğü de onun özgürlük denemesidir, yaşadığı cinsel deneyimler ise onun özgürlüğüdür, doğru bir ifade ile özgürlüklerinden biridir, ama tam özgürleşemez. Burada bahsi geçen hazdır; düşünsel yada cinsel …
David Lynch’in, hapishane kapısının kapanma sesi ile
çevirdiği anahtarı bu filmde “mavi renk olgusu” çeviriyor. Mavi imgesi iyi kullanılmış
ancak buna bağlayarak, filmi sadece bir eşcinsel filmi yada Adele’in cinsel
deneyimleri olarak tanımlamak büyük bir yanılgı olacaktır. Eşcinsellikten ziyade
Adele’in hayatıdır tanık olduğumuz. Bu bağlamda her ne kadar buna takılmamak gerekse de Türkçe çeviriyi filmin
İngilizce ismi olan “Blue Is The Warmest Color”dan yapmaktansa, orijinal ismi
olan “La vie d’Adele”den yapmak daha doğru olurmuş. Çünkü, söylediğim gibi mavinin
imgesel anlatımından çok Adele’in iç dünyası ön plandaydı burada.
Macar yönetmen ve düşünce adamı Bela Tarr’ın oyunculukla ilgili
“Rol yapmayın, sadece (karakteri) yaşayın.” gibi çok hoşuma giden bir sözü
vardır. Bu bağlamda, Adele’in
performansı, iyi oyunculuk değil yaşanmış bir oyunculuktur bana göre. Emma rolü
ile perdeye yansıyan Lea Seydoux içinse, çok iyi bir oyunculuk sergilediğini
söyleyebilirim, ancak Adele kadar yaşamamış, yansımadı en azından. Zaten Adele’in
hayatıydı yaşanması gereken. Bu bağlamda, görsel anlatıyı güçlü kılan en önemli
teknik detay, filmde genel olarak “Baş planı” kullanılmasıydı. Bu yolla,
izleyiciyle karakter arasında ciddi bağlantılar kurulabilir ve bu filmde, bu
teknik fazlasıyla işe yaramış gözükmekle birlikte, filmin nispeten uzun
olmasını dert ettirmiyor. Bu teknik ile genelde Adele’e odaklandık ve
dikkatimizi dağıtan başka bir unsur ile karşılaşmadık. Adele ile utandık,
sıkıldık, sevindik, pişman olduk, sinirlendik, coşkulandık; Seyircide benzer
duygu yaratma gayesi başarıyı getirdi bence, sürekli Adele’in peşinde olmak,
kesintisizlik ve anlatı için bir kolaylık sağlamış gözüküyor kuşkusuz. Bu bir
hile midir? Hikaye Adele’in hikayesi, bence değildir.
Film, bir bakıma yönetmenin
önyargılara yapıştırdığı tokatlar şeklinde de yorumlanabilir. Filmde de bahsi
geçen Jean-Paul Sartre’ın, 20.yy düşünce dünyasına öncüllük ettiği devrime
benzer bir devrimi, bugün, sinema dünyasında eşcinsel filmleri yapıyor. LGBT
propagandasına dönenleri tenzih ediyorum. Çünkü, LGBT propagandasının, farkında
olmadan ötekileştirmeye gittiğini düşünmekteyim. Ancak bu filmi başarıya götüren;
eşcinselliğin normal bir şey olduğunu, hayatımızın içinde sağımızda solumuzda “bastırılmış”
bir şekilde bulunduğunu göstererek, aslolan bir genç kızın hayatına
odaklanmasıdır. “Before Night Falls, 2000“ “Brokeback Mountain, 2005” “Milk,
2008” “The Kids Are All Right, 2010” gibi filmlerin aldığı olumlu tepkiler, izlediğimiz
bu filmin daha cüretkar olmasını mümkün kılmıştır. İnsanların sinema
salonlarında bu türü de severek izlemeye geleceği bir devrim yaşıyoruz
diyebilirim geçtiğimiz 10-15 yıl ile birlikte düşünecek olursak, ki daha
nicelerini göreceğizdir. Bir eşcinsel olmasam da bu türün içinde estetik ve aşk
bulduğumu ve ilgiyle takip ettiğimi belirtmek isterim. Bir başka önemli husus,
cinselliğin, rahatsız etmeyecek kadar gerçekçi ve uzun bir şekilde verilmesiydi
bence, garipsemedim çünkü sansür yoktu. Yaşadığımız çağda cinselliğin ve
vücutların halen saklaması gereken “ayıp” bir obje olması daha rahatsız edici
geliyor çünkü bana. Cinselliği, “gizlice” izlediği, vücutları metalaştıran porno endüstrisinden
öğrenmemeli ergenlik dönemindeki gençlik, yaşamalı biraz bazı hep...
Film, Cannes’da aldığı ödülün ardından eleştiri oklarının
hedefi haline geldi. Oyuncuların yaptığı açıklamalar, medya tarafından manipülasyona
uğrayarak, insanları filme önyargı ile yaklaştıracak yönlendirmelere neden oldu
ve olmakta. Şöyle ki; oyunculardan (özellikle Seydoux) gelen açıklamalar, defalarca
tekrarlanan yatak sahneleri sebebiyle, kendilerini zaman zaman iyi
hissetmedikleri ve buna bağlı olarak duygudan çok vücutların önplana çıktığı yönündeyken;
yönetmen Kechiche'in açıklaması ise, oyuncuların duyguları yansıtması yolunda, gerekenin
yapıldığı, herhangi bir aşırılık olmadığı yönünde. Ancak yönetmen ve oyuncular
arasında çok büyük bir sürtüşme bulunmuyor, hatta oyuncular yönetmenin tarzının
bu olduğunu ve sonuçta başarılı bir eserin ortaya çıktığını düşünüyor. Kechiche’in, gelen tepkilerden dolayı, kendi filminin vizyona girmesini istemediği
yönünde söylentiler de var. Hazır Kechiche demişken, filmin hikayesinin, Julie Maroh'un eseri olan "Le bleu est une couleur chaude" isimli çizgi romandan tekrar kurgulandığını belirtmeden geçmemeliyim.
Eklemem gerekir, bu filme çocuğunuzla gitmeyi düşünüyorsanız
ve eğer ki çocuğunuza bu konular hakkında bir şeyler anlatmadıysanız, başlangıç
için biraz sert gelebilir pek önermem, zaten 17 yaş sınırı olacak sanırsam
vizyona girerse. Yine de siz bilirsiniz. Ancak bu tabii izlenmesini engellememeli
kesinlikle, hatta belli bir yaştan sonra mutlaka izlemeli. Çünkü ben dün gece salondaki bir çok kişinin homofobi hastalığını
tedavi ettiğini düşünüyorum bu filmin. Hülasa, akşam ailece izlenecek bir film
değil, ama bir o kadar da ailecek izlen(ebil)mesi gereken bir film.
Bu, kendine özgü filmi bizlerle buluşturup, Ankara'da bu şansı tanıdığı için IKSV’ye
saygı ve sevgilerimi sunduğumu belirtmek isterim. Vizyona girer mi bilmiyorum?
Girerse de filmin, kadın cinselliğinin estetiğini yansıtan bölümleri kötü bir
sansür yiyecektir. Hatta LGBT Festivali ve öğrencilerin eylem sahnelerinden
dolayı hiç yayınlanmaması da olası gözüküyor ülkemizde.
Gelelim o meşhur soruya: “Bu film müstehcen miydi?”
Elimdeki 1983 basımı Türk Dil Kurumu sözlüğü “müstehcen”i, açık,
saçık, edebe aykırı, yakışıksız olarak tanımlar. Aynı sayfayı karıştırırken bu
filmi anlatır sözlüğün 2.cildinin 863. sayfası…
Adele olarak izleyip, film boyunca bizi o karakter ile
bütünleştiren Adele Exarchopoulos için “müstait” kelimesi uygun gözüküyor,
naçizane; doğuştan yetenekli, kabiliyetli…
Mikro düzeyde ailelerin ve makro düzeyde toplumların, eşcinselliğe
nasıl yaklaşması gerektiği “müstacel” olarak tanımlanabilir; ivedi, evgin…
Yönetmenin sinematik karakteri “müstakil”; bağımsız…
Son zamanlarda beni sinemadan soğutma çabasında olan
izlediğim diğer filmlerin hali “müstamel”; yeni olmayan…
Ailelerin arka odalarındaki çocuklarının eşcinsel olma
ihtimallerine yaklaşımı “müstebat”; olacağı sanılmayan, uzak görülen…
Devletlerin konuya yaklaşımı “müstebit”; hükmü altında
bulunanlara söz hakkı ve davranış özgürlüğü tanımayan, zorba, despot…
Açık bir şekilde verilen sahneler “müstelzim”; gerekli olan,
gereken...
Filmden çıkan eşcinsellerin, gittikçe toplumda kabul
görebilme düşüncü “müsterih”; bütün kaygılardan kurtulup gönlü erince kavuşan,
içi rahat olan…
Film sonu film hakkındaki düşüncelerimin özeti “müstesna”; benzerlerinden
üstün olan, benzeri az bulunan…
Sevgi ve saygılarımla,
Batuhan SARICAN